HEP aynı hikaye anlatılır ya..
Ortaçağ karanlığının kara veba salgınlarının baş sorumlusu kilise imiş.
Kilisenin “kediler şeytandır” yalanına inanan çamurlu şehirlerin kandırılmış cahilleri, başlamış mı kedi katline…
Kediler katledilince farelere gün doğmuş haliyle.
Vebanın kaynağı fare.
Sonra, kırım kırım kırılıyor Europa…
***
GEÇEN sene Mart ayından beri yeryüzünü kırıp geçiren koronanın sebebi nedir?
Neyi katlettik, neyi yok ettik, neyin içine ettik de bu baş belası virüs ademoğlunun yakasına yapıştı, bırakmıyor?
***
DÜNYAYI yok ettik azizim.
Kaynakları kuruttuk.. Ağacı, yeşili, suyu, havayı, her şeyi kirlettik.
Kalplerimizi en hakiki deterjanların bile aklayıp paklayamayacağı kadar kire pasa buladık.
Üretendik eskiden; şimdi doymak bilmez bir iştahla ‘tüketen’ olduk.
Teknoloji, insanın iyiliğine işlemiyor.
Hızla çoğaldık; kavanoz dipli dünya yetmiyor hiç birimize.
Hoyratlığın, vandallığın, barbarlığın kan mevsimi hiç bitmiyor.
Eskiler her olumsuzluğa “kıyamet alameti” kılıfı uydururdu.
Şimdi ortalık alametten geçilmiyor!
İnsanlığı yavaş yavaş tüketen virüslerin altın çağında yaşıyoruz.
..ve onca teknoloji, onca olanak, onca bilimsel icat bile ademoğlunun virüsle savaşında galip gelemiyor.
İnsanlık, görünmeyen bir mikrobun şerri karşısında tir tir titriyor.
***
TAM bir yıl oldu koronayla tanışalı.
11 Mart 2020’de ‘pandemi’ dediler, hepimizi evlere hapsettiler.
Kısıtlamalar, yasaklar, maske zorunlulukları, işyeri kapamalar falan.. Tedbir üstüne tedbir yani.
Tam bir yıldır sosyal hayatın dışında, ekonomik zorluklara göğüs gererek ve her an virüsle tanışma korkusu içinde yaşayıp gidiyoruz.
Hepimiz izole haldeyiz.
Birbirimizi eskisi gibi görmüyoruz.
Sosyal medyadan haberleşiyoruz.
Çoğumuz çalışamadığı için parasız; gırtlağa kadar borç içinde.
Kirasını ödeyemeyen, işçisinin maaşını veremeyen, vergisini algısını halledemeyen milyonlar…
Sadece biz değiliz tabi, tüm dünya bu halde.
***
KISITLAMALAR, yasaklar falan bir parça işe yaramıştı. Yaz başında ‘normalleşme’ dediler.. Açıldık saçıldık. Sonbahardan itibaren normalleşmenin ağır faturasını ödemeye başladık.
Henüz aşı bulunmamış, tıbbi uygulamalar yetersiz; ama hepimiz sokaktayız.
Sonuç itibariyle yeniden kapandık, yeniden yasaklandık.
Bir yılın sonunda, başladığımız noktaya döndük şimdi.
Hâttâ daha kötüsü.
Aşıyı buldular çok şükür; ve fakat kesim kesim aşılamaya yapılabiliyor.
Önce yetmiş beş üstünden başladılar, sonra altmış beşler.
Sağlık çalışanları falan.
Kesin çözüm olduğuna pek çoklarının inanmadığı aşıda bize ne zaman sıra gelecek bilmiyoruz.
***
BİR DE mutasyona uğradı mı bu virüs…
Geçen yıl bir tane Covid-19 vardı; şimdi evrim geçirip çoğaldı.
İngiltere mutasyonu, Brezilya mutasyonu, Afrika mutasyonu falan.
Henüz ‘Türk tipi’ olanı çıkmadı. Çıksa da ‘Türk tipi’ demezler.
Yeryüzünde sevenimiz kalmadı zira!
***
VİRÜSÜN ilk günlerinde, teyzemi kaybetmiştik kalpten.
Cenazede on, bilemedin on beş kişiyiz.. Fazlası yasak.
Mezarlıkta, önceden açılmış sıra sıra çukurlardan birine koydular; kürekle toprak atmamıza bile fırsat vermeden kepçeyle dolduruverdiler çukuru.
Cenaze namazını mezarlıkta kestirmeden kıldık; aramızda ikişer metre mesafeyle.
Virüsün mutasyonları kol gezerken her yerde.. Bakıyoruz da, çok kalabalık cenaze törenleri, dip dibe cenaze namazları, öpüşmeli sarılmalı taziyeler var şimdi.
..ve her cenaze taziyesinden sonra birkaç kişi “testim pozitif çıktı, karantinadayım” paylaşımı yapıyor!
Ev gezmeleri, düğün dernek, komşu ziyaretleri, geliver gidiver muhabbetleri yasak hesapta.
Herkes herkesle iç içe oysa.
Bir yılın sonunda.. Yani onca kısıtlamaya, yasaklamaya, tedbire göğüs germişken.. Yani, şu baş belasından bir an önce kurtulalım diye dua ederken..
Salonları hınca hınç doldurup parti kongreleri yapıyorlar!
Tıklım tıklım otobüslerle, mesafesiz koltuklarda, ev yapımı ıspanaklı börekleri lüpleterekten, başkente kadın kongrelerine falan gidiyorlar.
İktidarıyla, muhalefetiyle hepsi mesafesiz, hepsi ortalık yerde, hepsi kalabalık.
Sonra devletin valisi bas bas bağırıyor:
“Tedbirlere uyun, mesafeyi koruyun…”
Ama siyaset arenasının göz yumulmuş tedbirsizliklerine ses etmiyorlar.
***
ŞİMDİ hangi noktadayız peki?
Türkiye haritasının en kırmızı yerinde.. En kırmızıların en önünde!
Niye?
Herkes ipe un serdi diye…
Maviye dönmek için mücadele ediyormuşuz.
Risksiz bölgeye…
Zor, çok zor.
***
BİZİM memlekete nereden bulaştı ilk?
Hatırlayın, tam bir yıl önce Umre’den dönen bir uçak indi Kocaseyit’e.
İçinde yüzlerce umreci.
Ne tedbir aldılar, ne ateş ölçtüler, ne test yaptılar.
Öylece çıkıp gittiler havaalanından.
Sonra.. Sonrası malum…
***
EFENDİM bugüne kadar yüz bin bilmem kaç tane test yaptık.
Bununla övünüyoruz.
Az test, az vakaydı önce.
Şimdi, çok test çok vaka…
Ramazan ayı geliyor. Ne kadar yasaklanırsa yasaklansın, toplu iftarlar falan olacak.
Kutsal günlerde, paket servisle falan oyalayamazsınız insanları.
Açılım saçılım olacak yani.
Hiç kuryenin getirdiği soğumuş pizzayla, lokantada içtiğin ezogelin çorbası, kuzu tandır, iç pilavı bir olur mu?
Üstüne kaymaklı ekmek kadayıfı.
Öyle işte.
***
KORKUMUZA berber koltuğuna oturmadık bir yıldır. Saçı uzattık.. Paraya kıyıp bir traş makinası aldık, köse sakalımızı kendimiz kesiyoruz.
Berber müşteri portföyünden sildi ismimizi.. Önünden geçerken kıl kıl bakıyor artık.
Ama benim çok kıymetli korkusuz hemşolarım, geçtik berber koltuğuna oturmayı, kaldırımda toplaşıp çay içiyor, birbirinin suratına üflüyor cigarayı; girip çıkmadığı mekan, maskeyi çeneye indirmediği ortam yok.
Biz mi abartıyoruz, onlar mı çok rahat?
****************
Ah Yasin ah!
HER yerin bir iyi bir de kötü polisi olur.
Bizim Büyükşehir’in kötü polisi Yasin Sağay.
Ortalığa gülücük saçıp şirinlik muskası takmış gibi dolaşan Başkan Yücel Yılmaz..
..ve her cins çetrefilli mevzunun dibine dibine vuran, atarlı giderli, ağır abi pozlu Yasin Sağay.
Sevmeyeni, seveninden çoktur.
Çünkü Büyükşehir’in kavgalı gürültülü, yokuşlu yamaçlı işleri O’ndan sorulur.
Çözüm yeridir aynı zamanda.
Yücel Yılmaz protokoldür.
Yasin Sağay halk.
Memnuniyetleri Yücel Yılmaz kabul eder, memnuniyetsizliklerle Yasin Sağay ilgilenir.
Uzatmayalım.
Geçen gece Yasin Sağay’ın oturduğu sokakta silahlar patladı. Direkt Sağay’ın hanesi hedef alınmış olmalı ki, evinin duvarında saçma izleri, pencerelerde kırık.
Bu mu yani; çözülmeyen bir işin, verilmeyen ihalenin ya da ne bileyim esirgenen rantın karşılığı “al sana mermi” midir?
Nedir Allah aşkına bu mafyatik, bu çetevari, bu vandal hareketler?
Derdin varsa adalet mekanizmasıyla çözersin, insani ilişkilerle çözersin, medeni yöntemler çuvala mı girdi?
Sen o pompalıyı ateşleyince Yasin Sağay ürkmüş, korkmuş ve isteğine anında karşılık verecek kıvama mı gelmiş oluyor?
Pek görüşmeyiz, konuşmayız, dertleşmeyiz falan. Kırk yılın başı aklına gelirse bir alo der; hepsi o.
Ama biliriz ki, üçkağıdı, dalaveresi, yamuk halleri olmaz.
Mahallenin ağır abisi formundan taviz vermiyorsa da, kravat da yakışıyor yani arkadaşa.
Büyükşehir gibi çok çetrefilli bir kurumu da zaten tek başına Yücel Yılmaz’ın sırıtma formülüyle yönetemezsiniz. Ara ara “höt” diyecek biri lazım.
O da bizim Yasin zaten; Allah iyiliğini versin.
Ne diyelim, geçmiş olsun. Tekrarı olmasın.